Sayfalar

22 Mart 2012 Perşembe

Hac



Uzun zaman önce almıştım bu kitabı. Hemencecik okunacaklar arasında olmadığı için, elimdeki hevesle okunan kitaplar bitip de sıra yeniden klasiklere gelirken arada okunabildi ancak...Her siparişle 1-2 tane aldığım dünya klasikleri nedense bende ödev psikolojisi oluşturuyor. O yüzden kütüphaneyi silkeleyip okunacak diğer kitapları arayıp buluyorum.
Simyacı'yı ortaokulda okuduğumu ve çok sevdiğimi hatırlıyorum. Ama sonrasında bu tarz kitaplar, yapılan içsel yolculuklar, mistik serüvenler, ferrarisini satanlar, secret'lar vs beni sıkmaya başladı. Zaten kişisel gelişim kitaplarını da sevmem, yani çok teoriktir benim için yazılanlar. Hem ben dengesiz bir ikizlerim, gitmez bana böyle doktrinler..
Hac da bu kategorideydi. Tamam çok sıkıcı bir konu değil ve bir günde bitiyor ama beni pek açmadı...
Zaten kitabı da nerelerde gezdirdiysem, ıslanıp kurumuş, sararmış, epeyce "çile" çekmiş :))
Bu tarz kitapları sevenlere, hristiyanlıkla ilgili detaylı anlatımlardan sıkılmayanlara tavsiye edebilirim. (Nezaketen tavsiye ediyorum yani, zaman kaybetmeyin, daha okunulası bir kitap seçin :))

Ve "okunacak kitabım kalmadı" psikolojisine girmiş bulunmaktayım. Tabii ki okunacak kitap var evde ama aklımdaki kitaplar değil..İşin kötüsü eşimle anlaştım, aslında sen istediğim e-kitapları bul ben de normal kitap almayayım diye blöf yapmıştım. Ama epeyce kitap buldu. Bir çoğu ıvır zıvır kitaplar, bazıları fotoğraflanarak yüklenmiş ama önce okunabilecekleri seçmeli ve (bir süre de olsa) sözümde durmalıyım...

21 Mart 2012 Çarşamba

Ziyan



Neredeyse bir haftadır sürünüyor elimde kitap..Umduğumun aksine kitabın ilk kısımları zor ilerledi. Adapte olamadım bir türlü kitaba. Bir de yazıları ufacık geldi bu kitabın, beni bu ilkokul çocuğu bahanesine iten sanırım Martı Yayınları'nın ciltli kitapları!!Öyle büyük puntolarla yazıyorlar ki insan normal bir kitaba geçtiğinde bocalıyor..
Ziyan, okuduğum diğer Hakan Günday kitaplarından farklı (bu iyi bir durum benim için çünkü Kinyas ve Kayra'dan sonra Az ve Zargana biraz tekrar gibi gelmişti.) İşin içinde askerlik oluşu benim için konuyu çok cazip kılmasa da kitap ilerledikçe ilginç bir hal almaya başladı. Ve bu kitap benim favorim olan Az'ın bir adım ötesine geçti diyebilirim..
Pek çok kitabı okumakla yetinirken, Ziyan alıntı yaptıranlar arasında yerini aldı.
Spoiler korkusu olmadan okuyabilirsiniz, çünkü yazacaklarımdan kitabın seyrine dair hiç bir kırıntı yakalayamazsınız merak etmeyin:)



Bir gaziye, bedeninin yarısını vatan uğruna rehin bırakmış birine söylenebilecek hiçbirşey yoktu. Kahramanlık kelimesinin sözlük karşılığı can bulup yanımızda durmuşken kendimizi o kadar aciz ve güçsüz hissetmiştik ki!! Ne yapacağımızı bilememiştik. Her ne kadar onlar yaralandıkları anı çok gerilerde bırakmış gibi görünseler de bizim için hala savaşmakta olan üstün varlıklardı. Belki de insanların çekingen bakışlarına alışkın oldukları için ilk lafı onlar atmışlardı: "Şafak kaç ?" Söylemeye utanmıştık. Askerlik hizmetlerinde gazi olmuş insanlara, askerlik hizmetimizin her gününü saydığımızı söylemeye utanmıştık.
Daha önce de söylemiştim. Analitik zekayla aramda çelik duvarlar vardı. Ve amaç için bütün araçların kurban edilebileceğini vaaz eden Macchiavelli'den nefret ediyordum!Ben bi romantiktim. Ve Descartes'in, insan tanımayan soğuk mantığından iğreniyorum! Ben bir romantiktim. Ve Rousseau'nun Kuvvetler Birliği ilkesini alıp İsviçre'nin kalbine saplamak istiyordum. Ben romantizmin kendisiydim. Ve Gazi Mustafa Kemal'in göz yumduğu her çirkinliği, bir daha görmemek için gömmek istiyordum.   
Tabii ki bir günde olmadı bunlar. Bir günde terk etmedim Kahramanımı. Bir günde kırılmadı hayallerim. Bir günde vazgeçmedim, Mustafa Kemal'den. Bir günde karar vermedim peşini bırakmaya. Ben bir romantiktim Asker. Bir saniyede karar verdim onu öldürmeye! Bir saniyenin içinde!!!
Önümde sekiz yıl vardı. Devrilince sonsuzlukmuş gibi duran sekiz koca yıl. Sonsuzluk simgesinin anlamını çözeceğim kadar uzun. ∞ 'un anlamını. Soldakinin sonsuz hayat dairesini, sağdakininse sonsuz ölüm dairesi olduğunu kanıtlayacak kadar...
Belki de bir bedende iki ruh taşıyorum. Ama ben ruhlara inanmam. Ruh, bir insan icadıdır. Bedeni yaralandığı gün, varlığının bir parçası olan ancak asla zarar görmeyen bir şey hayal etmiş, adını da Ruh koymuştur. "Bedenimi parçalayabilir ama ruhuma dokunamazsınız" demenin keyfini yaşamak için kendisine hayali bir sığınak inşa etmiştir.

Önerebileceğim bir kitap...

20 Mart 2012 Salı

Eylül..




Baba bahçede çalışmaktadır, budanan ağaç dallarını temizlemektedir.
Eylül: Anne, babamlar bahçede çalışıyor dimi?
Anne: Evet kızım..
Eylül: Anne, babamlar bahçeyi dikenliyor dimi?
Anne: O ne demek kızım?
Eylül: İşte anne dikenliyorlar babamlar bahçeyi..
Anne: Kızım ne demek istediğini anlamadım ben..
Eylül'ün yüzünde "doğru kelime bu değildi galiba" bakışı, annesinde "ne demek istiyor ki?" bakışı..
1-2 dakika sonra koşarak annesinin yanına gelen Eylül:
-Anne babamlar bahçeyi tırmıklıyor değil mi?
Bahçeyi dikenleyen şey tırmıkmış :))

Odasında en kaprisli haliyle yatar Eylül. Kahvaltıya çağırmak için gelen bakıcısını da kovar
-Sen kendi işine bak, beni rahat bırak..
-Ama benim işim sensin zaten, seni bırakıp gidemem..
- O zaman şu oyuncakları falan topla!!
Temizlikçiye bile hatırla iş yaptıran ben, ipleri Eylül'e bırakmaya karar verdim :))

Soğuk havalardan iyice bunalan Eylül akşam Survivor'daki oyunlara imrenerek baktı, tatilde aynısını yapacağımıza dair söz aldı :))
Acun'a, Mustafa Topaloğlu'na katlanmaya bile razıyım...Off hakkaten gelse artık bahar...........................