Sayfalar

20 Aralık 2012 Perşembe

Ordan burdan...

Bugün yılın ilk karı yağdı (yağar gibi yaptı) ya tarihe not düşeyim hemmen dedim :)
Ve akabinde bir laf olsun postu gelmekte...
 
 Bu kim mi? Tabi ki ben :) Eylül'ün gözünden..Yalnız sinirli bir anımmış herhalde, saçlarım diken diken  ;)

 Lülü'nün kalemlerinden..Polisan Poliart Jumbo boy. En memnun kaldığımız boya kalemleri bunlar oldu. Hem çok güzel boyuyor, hem kolay açılıyor, hem de kolay kolay bitmiyor :) Tavsiye ederim...



 Bunlar da kalem kutusundan çıkanlar, en az 10 farklı marka var. Biz karı-koca zaten kırtasiye delisiydik, Eylül kalemlerle haşır neşir olmaya başlayınca daha da delirdik. Her bulduğumuz boya kaleminden 3er 5er alıp bir köşeye atmışız. Mutfak dolabından bile kutu kutu kuru boya, tamirat dolabından pastel boya çıkıyor. Bazıları o kadar kötü ki bir açmaya başlayınca kalem bitiveriyor!! Bazıları da fiyatına göre çok iyi performans sergiliyor :)

 Okulda resim yapmayı sever, boyamaktan nefret ederdim. Ama artık 7/24 boya yapıyorum yavruyla birlikte..Bu da boyamaktan sıkıldığım bir anın resmi..

 Olayların kahramanı Lülü, son dönem dadandığı dolap üstünde...

 Harflerle de tanışıyor yavaştan. Gerçi bazı harflere kendince estetik unsurlar eklemiş ama ;)

Ve kitabım. Dün mesai bitimine 10 dakika kala başlayabildim. Evde de Lülü fırsat vermedi, şimdilik yan tarafımda sıranın kendisine gelmesini beklemekte.
 
Laf olsun postu bitti, sabredip okuyanlara teşekkür ederim :)

Beyşehir Tarhanası



 
Bu uzun zamandır blogda yazmak istediğim Beyşehir Tarhanası. Bizde yapılan tarhanadan çok farklı, bir kere toz değil. Öncelikli tüketim şekli de kızartılarak akşamları meyve, kuruyemiş, çay yanında yenmesi. Çorbası da yapılabiliyormuş ama ben hiç denemedim.
(Maraşın da buna benzer bir tarhanası vardı yanılmıyorsam. Kekikli oluyordu, onun yemesi de zevkliydi çıtır çıtır ama midemi yakmıştı benim.)

 
(Alıntı)
 
Yapımı biraz zahmetli; buğday ve yoğurt temel malzemeler. Tercihe göre içine tereyağ ve margarin de koyulabiliyormuş (ki bence yağ ürünün raf ömrünü kısaltırken, okside olup tadını da bozar). Elde edilen karışımın topaklanmaması ve dibinin tutmaması önemliymiş. Daha sonra dinlendirilen hamurdan küçük daireler hazırlanıyor, bu aşamada da artık makinalar kullanılıyormuş. Ve benim şahit olabildiğim kısımda sıra; kurutma. Yaz sonunda Beyşehirde bütün ara sokaklar kapatılır ve evde hazır bulundurulan kamış sergiler üzerine tarhana yayılıp kurutulur. Evet yolda, dışarıda. Önce ne yaptıklarını anlayamadık, sonra adına tarhana denilen yuvarlaklarla tanıştık. Tadına bakmak için de bir sene bekledik. İşin ilginci burada hemen hemen her evin geniş terasları varken ısrarla yolda kurutuyorlar. Bir iki gün sürüyor kurutma işi.
 
Tarhana yağda, fırında, tost makinasında ya da (bence en kolayı olan) ekmek kızartma makinasında kızartılarak tüketiliyor. Yanına en çok ceviz yakışıyor.
 
Tabi her önüne gelenden alınıp yenebilecek bir ürün değil. Hem yapım şartları, hem de içine ne konduğu önemli. Ben ilk tadına baktığımda yutamamamıştım, o kadar kötü gelmişti (muhtemelen onun yoğurdu bekletilmişti, içinde yağ konmuştu). Sonra bakıcımızın yaptığının tadına baktım ve beğendim. Artık ara sıra tarhana getirmesini istiyoruz, Eylül de severek yiyor. Yoğun buğday içerdiği için uzun süre tok tutuyor.
 Hafta sonu annemlere götürdüm tadına baksınlar diye, tek lokma alan yüzünü buruşturdu :) Annem "ne gereksiz bir şey, niye yapmışlar bunu?" dedi :)
 
Diyeceğim o ki; beyşehir tarhanası sevenin vazgeçemediği, özenle kolileyip taa Norveç'e kadar götürdüğü; aşina olmayanların ise çoğunlukla yüzünü buruşturduğu bir ürün...
 

 Bu da benim kızarttığım (ve hatta azcık yaktığım) hali :)

Konya'da pazarda da satılıyormuş. Bir gün güvenilir bir elden çıkmış tarhana görürseniz, bir deneyin derim :)

18 Aralık 2012 Salı

Tanrı Beni Görüyor Mu?

Murat Gülsoy gördüğü eğitimle kitaplarını şekillendiren bir yazar bence; bir mühendis gözüyle yazıları şekillendirip, psikolojik unsurlarla da derinlik katıyor. Ve ben kitaplarını okumaktan büyük bir zevk alıyorum.
 
 
 
Uzun bir aradan öykü kitabı okumanın verdiği hevesle, yazarın kelimelerle oynadığı oyun birleşince; " keşke kitap emanet olmasaydı, ben bunu geri vermeye kıyamam ki" düşüncesiyle bitirdim kitabı...
Kitabı tanımlamak da zor benim için, eminim işin eğitimini alanların bu tarz kitaplar için kullandığı tanımlar/sınıflar mevcuttur. Ben sadece hemen her cümlesini severek okuduğum için zorlukla seçtiğim bir kaç cümleyi aktarıp, bu kitabı muhakkak okuyun diyebilirim...
 
"Evcil oyunlara zorlanan çocuklar maskeli olur. Doğru demişsin. Şiirde yanlış olur mu hiç? Doğruluk değeri ölçülemeyen cümleye dize denmez mi zaten? Ah, bir zamanlar, sen, ben ve her konuştuğumuzu temize çeken puhukuşları. Nerdeler şimdi?"
 
"Başkalarını nasıl gördüğümü biliyor musun? Nerden bileceksin ki...İnsan sadece kendi gözüyle yanılır."
 
Konuşan Sözlük'ten;
(Uzak)
"Ne kadar uzaksa o kadar iyidir. Ne mi? Her şey. Hayal uzaklığın karesi ile ters orantılıdır."
 
(Ve)
Şeyleri bir araya getirdiğimde aralarında oluşan boşluğu küçültmek için uydurduğum bir sözcük 've'. Ben ve sen, dedektif ve katil..."
 


 
Bize Kuşdili Öğretildi adlı öykünün çok farklı bir tarzı vardı, tasarımı Sercan Şengül tarafından yapılmış.
 
 
Murat Gülsoy'un bu kitabını öyküseverlere, Sevgilinin Geciken Ölümünü de romanı tercih edenlere tavsiye ediyorum...

17 Aralık 2012 Pazartesi

Kütüphane Ganimetleri 2

Aldığım kitapları bugün kütüphaneye iade etmem gerekiyordu. Geçen haftanın iş yoğunluğu, haftasonu Antalya/Konya derken Murat Gülsoy'un kitabını daha bitiremedim, Eco'ya zaten sıra gelmedi. Eco-Prag Mezarlığı'nın biraz ağır geleceğini tahmin ederek sona bırakmıştım, "söz tekrar gelip seni alacağım" diyerek iade ettim. Yarım olan kitabımın da süresini uzattım.
Diğer ganimetlere gelince (bu sefer öğle arası gidebildiğim için koşar adım seçtim kitaplarımı, halbuki raflar dolu doluydu, geçen sefer görmediğim bir sürü kitap vardı ve hatta suratsız memure yerine sorduklarıma gülümseyerek cevap veren bir görevli beyefendi vardı)
Neyse şöyle bir "ortaya karışık" yaptık :)

 
Ateşböceği Yolu; kitapçılarda, internet sitelerinde ve bloglarda hep gözüme ilişen bir kitap,
 
İskender; artık sevmediğim E.Şafak'ın tantanası bol kitabı. Çıktığı dönem ısrarla almadım-okumadım. Hala da alıp para vermek istemiyorum. Bakalım nasıl bir kitap. ("Alıp okumam" düşüncesini " emanet alır okurum ama blogda yazmam" aşamasına getirdim ;))
 
Örümcek; eşimin seçimi...Ne kitabı ne de yazarını daha önce duymadım. Gerilim romanı olduğu için aldım, zaten Altın Kitaplar'dan da fazla bir beklentim yok. (Umarım beni yanıltır.)
 
Bol kitaplı bir hafta diliyorum...