Sayfalar

25 Kasım 2016 Cuma

Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları


Spoiler içermez..

Renksiz Tsukuru Tazaki istasyon planlaması-inşaatı yapan bir mühendistir. Otuzlu yaşlarında, düzenli bir iş yaşantısı vardır ama özellikle ikili ilişkilerde istikrarı tutturmakta zorlanmaktadır. Bu problemini dayandırdığı gençlik yıllarını sorgularken artık bir adım atması gerektiğine karar ve hac yolculuğu başlar... 
Tsukuru'nun çocukluğu aynı arkadaş grubunda geçmiştir, birbirine bağlı bu beşlide herkesin isminde birer renk ifadesi varken onun ismindeki eksiklik onu 'renksiz' kılmıştır. Üniversite yıllarına kadar devam eden bu arkadaşlık bir anda kesilince Tsukuru olayları anlamlandırmakta zorlanmış, stresten ölümün kıyısına kadar gelmiştir. 
Uzun bir adaptasyon sürecinden sonra kız arkadaşı Sara'nın da desteği ile Renksiz Tsukuru geçmişiyle yüzleşmeye karar verir.

Kitapta günlük yaşama dair ilginç tespitler vardı.

Japonların çoğu gerçekten mutsuz mu değil mi, Tsukuru da pek bilemiyordu. Fakat sabah kalabalığında işe giderken Şincuku İstasyonu'nun merdivenlerinden inen yolcuların, topluca başlarını öne eğiyor olmalarının gerçek nedeni, mutsuz olmalarından ziyade, bastıkları yere dikkat etme endişesidir. Basamak kaçırmamak, ayakkabılarını kaybetmemek için böyle yaparlar. işe gidiş ve dönüş yoğunluğunda devasa istasyonlarda bu çok önemli bir ödevdir...
Zaten koyu renklerde palto giymiş, başlarını öne eğerek yürümekte olan insanlar çoğu durumda  mutluymuş gibi durmaz. Elbette, her sabah ayakkabısını yitirme endişesi yaşamadan işe gidemeyen bir toplumu mutsuz olarak nitelendirmek de, teorik açıdan yeterince olasıdır gerçi.

"Yaratıcı Gelişim Semineri"
"Adı yeni bir şeymiş gibi bir izlenim yaratıyor ama temelde kişisel gelişim seminerlerinden pek farklı değil" dedi Sara. "Kısaca profesyonel hayat savaşçılarını yetiştirmek için hızlı ve kolayca beyin yıkama kursu. Kutsal kitap yerine eğitim kitapçığı, aydınlanma ya da cennet yerine kariyer ve yüksek yıllık gelir vaadi.Pragmatizm çağının yeni dini."...

Okuduğum diğer Murakami kitaplarına göre hikayeye ısınma sürem biraz daha uzundu. İlerleyen süreç daha akıcıydı. Ama sanki finalde bir adım eksikmiş gibi geldi...Okuyanlar, sizce?

23 Kasım 2016 Çarşamba

Ölü Kelebeklerin Dansı


Düşünde kendini bir kelebek olana gören biri, bir kez uyandıktan sonra bir kelebek olmadığından ve artık düşünde kendisini bir insan olarak görmediğinden hiçbir zaman emin olamaz...

Ölümümün on altıncı gününde anılarımı yazmaya karar verdim ben.
Öldükten sonra karşılaştığım insanlar, anılar evinde gezinmenin bir ölüye hiç bir yarar sağlamayacağını söyledilerse de onlara inanmadım. Öldüm ve Tanrı burada da yok! Ne yapabilirim?
Hikayeyi 22 yaşında bir posta görevlisi olan Haldun'dan dinliyoruz, ölümünün on altıncı gününde yazmaya karar veriyor. Hem bir ölü olma sürecini kabullenişine hem de nasıl/kim tarafından öldürüldüğünü araştırma sürecine tanıklık ediyoruz.

Haldun'un yeni yaşantısına -ölü olarak tabi- alışmasına Doktor Sametyan yardımcı oluyor...

Öldükten sonra ilk bir kaç günde nasıl bir yerde olduğunu kavrayamıyor insan. Aptallaşıyor, alık alık çevresine bakınıyor, neler olup bittiğini anlamak için harcadığı tüm çabalar boşa çıkıyor. Bu şokun etkisinin adamına göre değiştiğini öğrendim Doktor'dan. Benimki bir hafta sürdü.

Bir de özel ölüm şoku var. Gerçekten özel! Ölüm anını unutuyorsunuz; nasıl öldüğünüz, ölürken neler hissettiğiniz aklınızdan siliniyor. Normal bir ölü için pek bir anlam taşımıyor bu şok, ama benim gibi bir ölüyseniz, bir cinayete kurban gitmişseniz, o zaman düşünceleriniz alt üst oluyor işte. Öel ölüm şokunun nasıl atlatılabileceğini henüz ben de bilmiyorum. Doktor Sametyan bu konuda bir şeyler biliyor, ama sanırım söylemek istemiyor o da...Dediği yalnızca şu;

"Bir düş gördüğünde her şeyi anlayacaksın."

İyi de nasıl düş göreceğim? Biz ölüler düş görmüyoruz ki!

Doktor'la ilk karşılaştığımda, yaşarken hiç olmadığım kadar huzursuzdum. Kendimi, sonradan diskotek haline getirilmiş bir huzur evinin tavan arasında unutulan yaşlı bir adam gibi hissediyorum. Korkuyordum, özgürce hareket edemiyordum.



Kitapta Hüsnü Arkan'a has o naifliği aramamak lazım, oldukça farklı bir tarzı var. Bende bir Murakami kitabı okuyormuşum hissi uyandırdı. Kitabı okuyan pek çok kişinin tavsiyesine ben de katılıyorum; güzel kitap ama Hüsnü Arkan'la tanışmak için ideal olmayabilir. İdeali için önerim.