Sayfalar

30 Aralık 2011 Cuma

2011 Biterken...


(Fotoğrafları sabah işe gelirken çektim..)

2011 benim için "değişiklik" yılı oldu. Hiç aklımızda yokken, aklımızın ucundan geçmeyen bir yere tayin istedik. Kendi isteğimizle bir ilçeye gelmiş olmamız çevremizdekilere pek inandırıcı gelmese de, biz geldik valla:))
Şu aşamada ne "neden geldik ki buraya!" ne de "iyi ki gelmişiz" diyemiyorum. 2012'de ikinci cümleyi kurabilmek istiyorum.....
Tabii ailelerimize yakın olmaktan ve izinlerimizi bayramda harcamak zorunda olmamaktan memnunuz. Eylül de oynayabileceği bir bahçe olmasından memnun:)
Memnuniyetlerimizin katlanarak çoğalması dileğim...


Bir asal sayı olduğu için gözüme pek sempatik görünmeyen 2011 biterken, yeni yılın bize hep hatırlamak isteyeceğimiz günler getirmesini diliyorum..








(Ve Noel Baba'nın bacadan girmesini de yadırgamıyorum :))

2011 EN'ler...

2011'i bitirdik...
Okuduğum kitapları gözden geçirip EN İYİ ve EN KÖTÜleri seçtim..
Bu seneyi 47 kitapla bitirmişim. Aslında net bir rakam değil, çünkü blog yazmaya Temmuz gibi başladım ve o zamana kadar okuduklarımı net olarak kaydetmemiştim.(Aslında öğrenciyken okuduğum kitapları, tarihini ve yorumlarımı bir ajandaya yazardım. Keşke devam ettirseydim..) Üç aşağı beş yukarı oluşturdum listemi. Artık 2012 daha net verilere dayanacak :)

En beğendiğim 10 kitap:

1-Az : Okuduğum ilk Hakan Günday romanı. Oldukça etkiledi beni ve 2011'in belki de en beğenilen kitabı olma yolunda. Hakan Günday'ın diğer kitapları artık okunacaklar listemde..










2-Sakın Kımıldama: Umutsuz ama fazlasıyla etkileyici bir hikaye, zaman zaman da fazlasıyla karamsar.  Ruh halime uyan bir kitaptı. İleriki dönemde tekrar okumayı istiyorum..













3-Yeşil Peri Gecesi: Bu da Ayfer Tunç'la ilk tanıştığım kitap. Kimilerinden tam not alan, kimilerinin de sevmediği ama benim için Ayfer Tunç'un ENleri arasından olan kitap. Kitap kapağını da çok beğenirim..











4-Göçebe: Fantastik kitaplar revaçta malum. Vampirlerden, mermer suratlardan sıkılanlar için bir alternatif. Sıradışı bir öyküsü var.









5-Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi: Ayfer Tunç'un adını duymadığım dönemlerde ismi ilgimi çekmişti bu kitabın. Ufak bir araştırma ile aslında çok methedilen bir kitap olduğunu gördüm. Ayfer Tunç seti ile de kavuştum kitabıma..İlk etapta beni kendine çok bağlamayan hikaye giderek eğlenceli hale geldi. Hem merakla okudum, hem bitmesin istedim. Olayların örgüsü karşısında da hayran oldum yazara. Bir nev'i Kreps Çemberi bu :)




6-Dünyanın İlk Günü: İzlediğim filmlerde ya da okuduğum kitaplarda çok fazla milliyetçi duygu vurgusundan hoşlanmam. Ama bu kitap benim için ilk oldu. Yıllardır izlediğimiz amerikan askerlerinin "özgürlük dağıtan" filmlerine inat İstanbul'u fethetmek, fetihi gözümde canlandırmak, "belki biraz abartılı ama kim abartmıyor ki kendi hikayesini "diyerek okumak bana iyi geldi. Çok da sevdim. Özellikle çevremdeki gençlere öneriyorum. Zamanında Metal Fırtına ile estirilen 'komik fırtınayı' düşününce bu kitaba hak ettiği değer verilir diye ummuştum ama pek kimse fark etmedi sanırım.








7-Bizim Köy: Lise yıllarımda ilçe kitüphanemizin 'terk edilmiş kitaplar' salonundan bulup okumuş, Mahmut Makal sayesinde Köy Enstitüleri hakkında yazılan bir çok seriyi keşfetmiştim. Bu sene  tekrar okudum, kitaplığımın başköşesini ona ayırdım.50'li yıllarda öğretmenlik yaptığı köyleri yazmış Makal. Yokluk ve sıkıntı yılları..Köy Edebiyatı Akımının başlangıcı sayılmış bu kitap ve yazarının tutuklanmasına neden olmuş.1966'da ise UNESCO ‘Dünya Kültürüne Hizmet Ödülü’nü almış. 'Her başarıyı en iyi şekilde cezalandıran güzel ülkemin' insanını anlatan kitap her kitaplıkta olmalı bence..







8-Kinyas ve Kayra: Ahmet Günday...Yeraltı Edebiyatı...Okuyun...


9-Millennium Serisi: Kitapları ayıramadım birbirinden. Lisbeth'in duracağı yoktu ama yazarın ömrü yetmemiş. Sıkılmaya fırsat bulamadan okudum ..

10-Bir Gün Tek Başına: Vedat Türkali'nin kitaplarını çok severim, ard ardına olmasa da aralara serpiştirerek okurum. Bu kitap da 80'li yıllar ve askeri darbe öncesi karmaşada filizlenmeye çalışan hayatları anlatıyor.


Ve 2011'de bana zaman kaybından başka birşey vermeyen kitaplar..Bunların bir kısmı öncesinde hiç bilgi sahibi olmadığım halde market rafında, indirim sepetinde görüp; ismini, kapağını beğenip aldığım kitaplar. Neden o sepete konduklarını anladım :)
Bir kısmı da çok satanlar listesinde kendisine tesadüfen yer bulduğunu düşündüğüm kitaplar.(Bir Gün, Harem, Leyla, Azap, Düşüş...)
Listenin başını çeken Bir Gün'ü henüz bitiremedim :((
1- Bir Gün
2-Şeftali Bahçesinin Sırrı
3-Yalancının Günlüğü
4-Vasiyet
5-Rozanın Gözleri
6-Leyla
7-Harem
8-Ayna
9- Düşüş
10-Azap













Fotoğraflarını da ekleyeyim ki gördüğünüz yerde arkanıza bakmadan kaçabilin :))

28 Aralık 2011 Çarşamba

İzlediklerim

Bu sıralar okuduğum Çatı Serisi biraz zorlamayla gidiyor. İlk kitap ilginç gelmişti, uzun bir aradan sonra seriye devam etmeye karar verdim. Ama ikinci kitap tam anlamıyla vasattı. Üçüncüya başladım, bakalım bunda gidişat nolacak. (Aslında aklım sırada bekleyen Grange kitaplarında ama...)

Araya birkaç film sıkıştırdım.



The Reader (Der Vorlesser)
Film seçimini tamamen tesadüfi yapmıştım ama izlemeden önce yaptığım ufak araştırma ile (IMDB ve ekşisözlüğe sordum tabii) bol ödüllü olduğunu gördüm.
Film Bernhard Schlink'in kitabından uyarlanmış.Nazi Almanyası ve 90'lı yıllara uzanan bir hikaye...
(Spoiler falan içerir.)
Film aslında birbirinden çok farklı iki kısımdan oluşmuş gibi, ya da iki ayrı film birleştirilmeye çalışılmış gibi.İlk kısımdaki duygusal (ve hatta erotik) gidişat bir anda soykırıma bağlanmış...
(Ayrıca film afişinde oyuncuların ikisinin de farklı zamanlara denk gelen orta yaş resimlerinin kullanılması saçma geldi..)




15 yaşındaki Michael'la 30'larındaki Hanna ile başlıyor film.Yaş farkının aslında çok da göze batmadığı ilişki ve gizemli halleriyle Hanna sıkmadan izletiyor kendisini ama çıplaklık ve cinsellik kısmını biraz abarttıklarını düşünüyorum.. (Zaten Kate Winslet'in çıplaklığıyla Oscar aldığı söylenmiş ...)


Ve kitaba ismini veren kısım burada ön planda. Hanna sürekli Michael'den kendisine kitap okumasını istiyor...
 Hanna işinde terfii edene kadar, Michael hergün okul çıkışı evine geliyor. (Ve nedendir bilinmez Hanna'nın bir camekandan ibaret olan kapısı hep açık!)
Filmin ikinci yarısında Hanna  bir yahudi toplama kampındaki işinden dolayı 300 kişiyi öldürmekle suçlaıyor ve yargılanıyor. Beraber yargılandığı hatunlar oturup örgü örerken (evet mahkemede örgü örüyordu abla), Hanna kendini savunmaya çalışıyor. Sakladığı bir sır yüzünden de suç onun üzerine kalıyor.
Bu kısım benim için kopukluğa neden oldu. Michael 30larında bambaşka bir adama(bir avukata) dönüşürken, Hanna berbat bir makyaj ile yaşlandırılmaya çalışılmıştı.




Filmde Kate Winslet'in yerine Nicole Kidman'ın oynayabileceği konuşulmuş ve ben tüm film boyunca bu role  Kidmanın daha çok yakışacağını düşündüm.
Filmin ikinci kısmı yahudi propagandasına ayrılmış gibiydi ve sonlardaki "yahudilerin herşey için bir organizasyonu vardır / cehalet yahudiler için hiç sorun olmamıştır" sözleriyle de reklam tavan yaptı...



Daha çok olumsuz yönleri vurgulamış gibi oldum ama ben genel olarak filmi beğendim..Özellikle filmin isminin gayet etkileyici olduğunu düşünüyorum. Hapishane günleri, kaydedilen kitaplar, hiç yüzyüze gelinmemesi ve hikayenin sulandırılmaması güzeldi...(Bu aradam imdb puanı 7.6)
Bu filmle soğuk bir günde ve çay eşliğinde sinema keyfi yapılabilir...

Diğer bir film;
The Names Of Love..



Burada da kadın genç, adam yaşlı. Olaylar benim için dengelendi yani :))
Bu daha fasafiso olan bir fransız filmi.
Muhafazakar fransızları yoldan çıkaran ve meslek olarak da kendini fahişe olarak nitelendiren cezayir asıllı Baya ile (ilk filmle tamamen tesadüfen uyumlu olarak) annesi yahudi toplama kampından kaçırılan, ismi bir fırın markası olan Arthur Martin'in ilişkisi ve de fransa siyaseti üzerine kurulu bir film..
Komedi olduğu iddia edilmekle birlikte benim güldüğüm tek nokta baya'nın yanlışlıkla Sarkozy' e oy vermesi oldu:)




Giyinmeyi unutup çırılçıplak metroya binebilen Baya gayet sevimli ve güzelken, Arthur da Civan Canovanın fransız versiyonu gibiydi...
Bu filmi izlemenize gerek yok, tamamen zaman kaybı...

26 Aralık 2011 Pazartesi

Leyleklerin Uçuşu




Rampalı Çarşı ganimetlerinden; Leyleklerin Uçuşu-Jean Christophe Grange...
Genel olarak Grange kitaplarını severim, hayal kırıklığına uğramayacağımı bilirim. Aynı şey Ahmet Ümit kitapları için de geçerlidir.
Grange kitapları ilk 100 sayfa sıkar beni, sonra akış biraz hızlanır, mevzunun çerçevesi netleşir ve elimden bırakamayağım hale gelir. Finali genelde olmadık yerlerde ve zamanlarda yaparım (mutfakta yemek pişerken, eylülün oyuna dalıp beni unuttuğu dakikalarda ya da servisten inmeme 5 dakika kala..)
(spoiler içerebilir)..
Leyleklerin Uçuşu şimdilik okuduklarım içinde bana en tatsız gelen Grange kitabı oldu. Konu ve kurgu (kaçakçılık mevzu,Tek Dünya vs) iyi düşünülmüş olabilir ancak esas oğlanla aranan cerrah arasındaki bağlantı zorlama olmuş, yeşilçamvari yada 'Lisbeth Sallander'imsi olmuş gibi. Gerçi ortada hiç ilgi çekici bir yön yokken Antioche'nin o kadar yok katetmesinden, iki leylek göreceğim umuduyla dağ tepe aşmasından ve analığının piskopatça aramasından kıllanmıştım ama...
Bi de anlamadığım, bir adama kaç kez kalp nakli yapılır yahu! fermuarlı mı bu adam!!
Birçok kişi gibi kitapların ters köşeye yatıranlarından hoşlanırım. Mevzu daha kitabın ortalarında netleşip, katil/kaçakçı vs de kolaylıkla tahmin edilince birisi bana kitabın sonunu fısıldamış gibi hissediyorum..
Neyseki son 100-150 sayfa bol kanlı olmakla birlikte sürükleyiciydi. İşte beklenen aksiyon diyerek bir (olmasa da iki-üç) solukta bitirdim :)
bitti bitti :)

Yine de birçok yazara göre Grange "tavsiye edebileceğim" yazarlardan. Ha okumaya bu kitaptan başlanmasa olur :)
Ve ben kitabımı okurken lapa lapa yağan kar...




Bilimum krem


Geçen hafta  Senem'in bloğunda düzenlediği çekilişten Activar Göz Kremi kazandım :))
İki gün sonrasında elimdeydi (Tekrar teşekkür ederim Senem). Düzenli krem kullanma özürlü olmama rağmen iki akşamdır itinayla sürüyorum kremimi:)
Ucundan kıyısından göz kremlerine bakıyordum. Öyle ufacık kremlere eşek yükü para verecek aşamaya gelmedim ama yine de bir tane edinmiştim. Üstüne LilaKutu'dan bir göz kremi çıktı, derken Senemin çekilişi ve hangisini deneyeceğimi şaşırdım. Zaten hangisi işe yaradı onu da anlayamayacağım galiba:))
Birçok hatun gibi kremlere bayılıyorum. Yoğun bakımından softuna, elma kokulusundan çikolata kokulusuna, ambalajını beğendiklerim, indirime girenler, sudan ucuz olanlar derken atıyorum sepete. Elim olmadı ayağıma sürerim..Zaten Eylül de krem canavarı.... Bir ara çantamda taşıyacağıma işyerinde çekmeceme bulundurayım bir krem dedim. En son çekmece düzenlememde 3 tane krem çıktı çekmeceden!!
Bu aralar evde bekleyenler,  Watsons'a kavuşmanın sevinciyle aldıklarım ve LilaKutu ile Vanilyaclub'tan gelen deneme boyları ile epeyce krem stoğum oldu. Yanlız Eylül yakın takipte..Fark ettirmeden sürüyorum kremi ama daha yakınıma gelmeden "sen ne kokuyorsun? Krem mi sürdün?" deneyem başlıyor..Tazı annenin tazı kızı :))

22 Aralık 2011 Perşembe

Çekilişe devam

Leopar desenli bir parfümüm olsun diyorsanız; http://kucukperinindukkani.blogspot.com/2011/12/vee-gelelim-benim-hediye-cekilisimee.html

Yok yok illa kitap da isterim diyorsanız; http://yuruyenkurabiye.blogspot.com/2011/12/bir-cekiliste-bendenn.html

Bir de uğur böceği var ki, siz sakın katılmayın benim olsun..
http://hayatreceli.blogspot.com/2011/12/recel-gibi-bir-yeni-yil-cekilisi.html
:))

21 Aralık 2011 Çarşamba

(Yeni) Bakıcımız...


Bakıcımızı değiştirdik. Bu değişim kızımdan çok beni strese soktu. İhtimallerle boğuştum bir hafta boyunca.
 Avantajımız bu kez evimize gelecek olması; havalar ısınınca balkonda bahçede oynayabilir, bisiklet sürebilir...
Bugün ikinci günümüz .Ben de izin aldım alıştırma sürecindeyiz. Bugün müdahil olmuyorum, evdeki ufak tefek işlerle oyalanıyorum (ve de post yazıyorum:))
Şimdilik sıkıntı yok gibi....
Umarım memnun kalırız..

LilaKutu Aralık


Aralık kutum geldi. Dopdolu bir kutuydu karşımdaki...
Fotoğraflarda net olduğu için tek tek ürünleri yazmayacağım. Ama 2-3 tanesi orjinal boy ürün! Diğer kutu bunun yanında epey cimri kalıyor hemen belirteyim (üstelik o kutunun fiyatı da epeyce arttırıldı).
Kutu içeriklerinde bana en uymayan ürün oje oluyor ama bu gidişle onları da kullanacağım gibi çünkü renkleri çok güzel.
İlginç bir ürün var kutuda; PCO Whitening Mask -Kırışık, sarkma vs içinmiş ve içinde koyun plasentası (ekstr edilmişmiş) varmış!!
Ozoxlive Cilt Bakım Jeli (orjinal boy!) Yanlız itici (laboratuvarımsı) bir kokusu var.Ozon vs içeriyor galiba, net inceleyemedim.
Max Factor'ün kalemi siyah olmasa daha çok sevinirdim açıkçası...
Rareblossom El Kremi, çevresel faktörlerden korur diyor ancak ben pek beğenmedim. Elime hiç sürmemişim gibi. Tabii çaktırmadan koruyorsa başka:))
Fikir edinebildiğim ürünler bunlar. Denediklerimi yazarım demeyeceğim artık çünkü yazmıyorum, üşeniyorum.Artık kozmetik blogları halleder bu işi..
Bu arada kutudan çıkan pullara da kızım çok sevindi.Unutmadan, kutu çook güzel, kumaş kaplı.Kadınların kutu zaafını bildikleri için epey özenmişler:)
Bunlar da fotoğraflarımız.....